Stendhal, Kırmızı- Siyah’ta Madame Roland’ı anlatır. Giyotine az kalmış, kocasını ve kendisi düşünür, sorgular bir yerde “O ihtiyar filozof o kadar etkiliyordu ki beni cinsiyetsizmiş gibime geliyordu”. Düşünen kadın, yazan erkek.
Julien Sorel de öyleydi. Politik hayatı bırakıp toplumla köprüleri attıktan sonra düşünmüştü aşkı.
Diderot’yu Voltaire’in Nanine’ini Marivaux’nun kahramanları, Emile Zola’nın Nana’sı, çıkarların pek önemli olmadığı aşklar anlatırlar, toplum baskısı cendere.
Choderlos De Laclos “Tehlikeli ilişkiler”de Cecile De Volenges rahibe yatılı okulundan döndüğü gün kalabalığı sorgular, ve o gece bir adamla kocasıyla yatakta gerdekte tanışır, Velmont gözünü daha sonra açar onun ama.
Rousseau ve yeni Heloise da yine bir aşk vardır. Julien babasının gösterdiği adamla evlenir, önerilen kocayı kabul eder. Bitmiş olan tutku uyandırmayan bir adamla dostça denebilecek bir ilişki sürdürebilir.
Bunlar aşkı anlatır, baskıyı cendereyi fısıldar şöyle bir o kadar. Bunların üzerinde Flaubert in Madame Bovary ‘ sinin bile yargısı yoktur üzerinde.
Bir “Love Story“ çıkar ortaya yıllar sonra. Basit bir film, kitabı da öyle kalın değildir. Özelliği yoktur.
Sevimli iç gıcıklatan, öyle sıradanmış mış gibi yapan. Seyredenlerin çok sıradan dedikleri ama hayatlarında hiç rastlamadıkları, var gibi olsa da olmayan şeylerin olduğu kendilerinin bildiği, “ Ne kadar sıradan bir film” diyerek çıktıkları içlerinde sinemadan çıkarken ellerini bile tutuyor olabilirler o gibi şimdiye kadar olmadıkları hani gözünün içine baksa da hadi öyle duygulu yapalım bundan sonra kararı hani baksa anlatabilsem böyle bir cümle yok ki, duysam bile nasıl söyleniyor filan diye düşünerek eve doğru gittikleri, o gece filmi seyredenlerin hiç birinin uyumadığı tavanı seyrettikleri, yorganın içine saklandıkları gözleri açık ”Çıkışta bütün millet ağlıyordu “ yıllar sonra anlatırken ağlamamış gibi söyledikleri.
Aşk şimdilerde daha yeni öğrenilen çok acemice bir duygudur daha efsanesini boş verin hikayesi bile tam değil.