“Zamanı değil,” dediğin anların birinde, en zorlu uyanışlarından birini yaparken… Misal, nereden çıktı dediğin böyle bir an. Bahçe duvarının üstünde şarkı söyleyen, bugün gibi yağmur yağıyor şimdi. Yağmadığı güneşli bir havada, sesine kuvvet üstelik. “Yağmurun sesine bak,” diye en içten, en güzel anında…
Hep olduğu gibi, bir burukluk, bir karın ağrısı taşıdığın bir yerlerde. “Yaşansaydı bu da,” dediğin… “Keşke yaşanmasaydı,” diye silmeye çalıştığın, temizlemeye çalıştığın, ama beceremediğin. Yine de temizleme uğruna zamanlar harcadığın. Harcadıkça yakışıyor, hep senden bir şeyler alıp götürüyor. Her defasında olmadığını, hep bağıra bağıra kendini ikna etmek için. Daha da ötesi, yüreğinin kiri, lekesi bir yerde durup, seni kovalanmış ama yine de gitmemiş bir porsuk edasında bırakıyor.
Taşıdığın onca yükü artık bırakmalı… Yol kenarlarına başkalarının değerli bulup sırtlanmasına sebep olmalısın. Bu kadar dünya yükü senin olmamalı ki… Götüremeyeceğini çoktan öğrendin. Yine de inanmak konusunda tembelliğin var.
“Bu yükü ben buraya kadar taşıdım, benim oldu. Bu zaten benimdi; başkasına neden bırakayım? Buraya kadar taşımışım, hamallığına alışmışım.” Kolayı bu gibi gelir sana. Onca yaşanmışlık, yalnızlığın bu yükün altında.
“Defol git başımdan! Ben razıyım buna. Pişmanlığım filan da yok. Böyle gelmiş, böyle gitsin. Ne var? Yalanı ne kadar güzel, değil mi? Hemen inan, orada kal.”