Başka Bir Bakış Açısından Evren ve İnsan

Başka Bir Bakış Açısından Evren ve İnsan

Bir bakış değişikliğiyle, başka bir yerden senin, benim, bizim evrenimize, o kocaman ama bir o kadar da minik evrenlerimize bakalım. Yeni bir teori değil, ama yeni bir yerden… Kimseyle aşık atacak halde olmayan bu bakış, biraz zorlama ile fiziğin solucan teorisini andırıyor gibi gelebilir. Konu biraz böyle.

Özellikle fiziğe dokununca, Prof. Dr. Bayram Tekin’in, “Eşofmanlı Şevket” misali, “Ben size böyle mi anlattım!” diyerek, masanın üzerindekileri bir bir fırlattığını düşünebiliriz. Hatta, “Ben bununla, ben şununla!” diye çıkışacağı bir sahneyi canlandırmak mümkün. Ama bu noktada, solucan teorisinin yanına hiç yakışmayan, düğün fotoğrafına girmeye çalışan, ağzını tutamayan yengeler gibi bir hâlde olduğumuzu da kabul edelim. Denk duralım, o ayrı.

İnsan hayatı, başından sonuna kadar geçmişe bağlıdır. Yaşadıklarına, duyduklarına, öğrendiklerine… Her birine… Her an yenileri eklenen, esnek ama bir o kadar da kopmayan, kopmayacakmış gibi duran incecik bağlar. O kadar ince ki… İncecik derken, işte burada tam da solucan teorisine benzeyen o “ince görünmez dokunulmaz” bağlar devreye giriyor. Kopmaz, kopartılamaz… O kadar ince ama bir o kadar da sağlam, dirençli. Çelik gibi desek, yine de az kalır.

Bir iple, bir bağla, tarifi olmayan bir bağ ile geçmişe sıkıca bağlıyız. Oraya çekiliyoruz. Fizikten örnek verecek olursak, parçacıkları, özellikle kuarkları, birbirine yapıştırıp ayrılmamasını sağlayan iç kuvvet gibi… “Gitme, kal benimle…” şarkısıyla uyum içinde belki de.

Geçmiş dediğimiz, anne memesine ilk ulaşılan o andan bugüne dek, elastik bir bağ gibi çekiştirip duran bir kuvvet. Her olayda, ister iyi ister kötü, her an, her hatırada, her anıda… Seni geçmişe çeken bir bağ.

Gelelim karşı kuvvete: Sana verilen yaşama isteği. Sana yüklenen, “yaşayacaksın” içgüdüsü. Kütle çekimi, uzay itmesi, ne dersen… Uzay düzleminde çukur olmasına, eğriliğe… “Gel bana!” kuvvetine… Bu da, nereye doğru gittiğini bilmeden, bir karşı kuvvet gibi düşünülebilir.

Bir döngünün içinde, döne dolaşırlık hâlinde, araya demans, Alzheimer gibi unutkanlık hastalıkları girip, bir ışımaya dönüşebilir. Hani, ölçmeye kalkınca hemen ekran karşısına geçen parçacık misali: “Bak, ben buradayım!” zıplaması. Her yerde birden olma telaşıyla…

Sanki bu yaşam, böyle gelmiş, böyle gider. Ama sonunda, bir kara deliğe rast gelip, sonrasında ne var diye ardımızdakilere bırakmak… Ve, “Ben buradayım!” bağırtısını, hareketini ulaştıramayacak olmanın telaşı…

İşte, tam da mesele bu.

Yorum Bırak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir