Paris sabahına benziyor. Paris’in sızıntılı, söylenen ağız içinde anlaşılmaz mırıltılı bol “ r”li , ben “r“ dönüyorum ki ağzının içinde yuvarlayıp yutacaksın çıkmayacak bir hava.
“Ne acılı bir gün değil mi?”
Öyle dememiş olmalı tercüme hatası.
Şişman derin genizli laflar o derin yerden akustikli geliyor. Gülümsemesi fotoğraf hızında akmıyor an geliyor ve gidiyor. Adam orta yerinden vuruluyor Türkçe.
“Hayırlı sabahlar”
Tekrarlamak istese içindeki “r“leri nereden çıkartacak merak bu. Başını eğip teslim oluyor.
“Günaydın” dense söylemeye çalışacak. “r” ler korkutuyor. Onu da.
Edith Piaf hep bir sanki öyle dinlenmiş. Kaldırımlar tıka basa, çarpmadan yürümek imkansız. Uyusa mıydı yoksa bugün? Tembellik cebinde elini atsa çıkarıp bir köşeye, bir sandalyeye kıvrılıp. Aklına bile getirme. Ruh çağırır gibi gelince gitmiyor akıla. Karıştırıyor ara sıra çıkartıyor da akılı, silip yerine takacak gibi ya takmazsa. Bir şeyler söylüyorlar, bir şeyler satacaklar mı bir yere mi götürecekler?
Anlamamazlıktan geliyor anlamıyor.
Bir su kıyısı yürüyor, her tarafı bol gürültülü konuşmalar. Adımlarını küçültüp yolu uzatmış gibi yapıyor. Sahi en son ne yapmıştı. Geniş adamlarla ilişkisi ne zaman başlamıştı. Elini cebine atıyor, tembellik. Uzanıyor çimenlere, hafif tuzlu bahar.