Onca yoksulluk varken‘in satırlarının arasına kaçıyorum.
“Ta buralardan görüyordum bunu, oysa Ponthieu sokağında çok lüks mağazaların bulunduğu Champs – Elysée ye yakın bir yerdeyim. Madam Rosa ‘nın savaş öncesinden kalma saçları giderek daha sık dökülüyordu.”
Paris sokakları nemli ıslak soluklar. Satırlar bir sığınak oluyor. Bir ölünün yanına uzanmanın huzuru gibi. Ülkemde benzeri yaşanan.
Duymak istemediğimizde kulağımızı kapatıp şarkı söyleriz ya yüksek sesle öyle şeyler etrafımda. Bir şeyler duymayan kulaklar bir şeyleri duymamak için bağıra bağıra şarkı söyleyen dudaklar.
Tüm çirkin şeyler sadece bakılmayınca görülmez olmazlar. Bakmayınca kanamaz olmaz yaralar. Ölümler bakmayınca yaşıyor kalmazlar.
Cennet öyle soruları çalınabilen sınavlar gibi girilebilen ben hak ettim al beni diyebileceğiniz bir yer değildir muhtemelen.
“Madam Rosa hoşlanmadı. Dışarıda güneş vardı güneşten yararlanıp perdeleri açmak istedim. Çünkü ışıkta kendini daha fazla görüyor, üzülüyordu. Aynayı aldı sadece:
– Ne kadar çirkin olmuşum, dedi.”