Salkım Salkım Tan Yelleri Estiğinde

19 Aralık olunca haber bültenlerinin bir yerlerinde araya sıkıştırılmış lafın neresi denk gelecek çok güzel ayarlanmış bir zamanda lafın gelişi söylenip geçilen bir hayata dönüş adı takılmış dişlerine vücutlara takmış ölümü nakış gibi işleyen bir olay anlatılır gibi yapılır geçer gider. Acısı bir dolu insanın kabuklanamayan yarası olarak kalmış bir an.

Sol ayağı topal, sol gözü kör, sol eli kolu çolakları, sol lastiği patlamış araçları bile sevmeyen adını siz koyun ne derseniz halkaların, zincirlerin üstüne çıkıp ezdiği bağladığı dağladığı insanları yakışmaz ya yakıştırın solcu deyin topuna. Yakıştırdığınız küfür eder gibi söylenir ya.

Lale Çolak

 

Ölüm orucudur. Açlık, Kartal Cezaevi Kadınlar koğuşu, kasvetli ölüm kokusu açlığın kokusuna daha çok karışıyor. Dudaklar çoktan çatlamış, gözler fer biriktiriyor olmalı kapalı çoğu, belki de görmek istemiyor gelen ölümü itiş kakış bakışlarda önce ben. Biri ayağa kalkıyor, fırlıyor kalan son gücüyle ama yürek diri bir şiir, bir şarkı sözü acıyor ya acıtıyor ya çızık ya sızlıyor, ya kan sızdırıyor ya.

İstanbul çekiyor olmalıydı yüreği, kalktı Vedat Türkali yazmıştı şiiri söylemedi bile, patiskaları yırtan gemileri göremiyordu ama yırtılıyordu dudakları sızıyordu kanıyordu, ama yine de okudu Bekle bizi İstanbul, İstanbul. Ve uzaklarda seni düşündüğüm bu günlerde.

19 Aralık ta bıraktılar, dönüşü yoktu 222. gününde orucun. Geri dönüş kalmamıştı nasıl olsa ellerinde. Yeni yıl Lale Çolak için burnuna sokulmuş hortumla hastane de 27 yaşında geldi konuşup direniyordu 8 ocak günü bırakıp gitti bu dünyayı. Ev kadınıydı. Sola çekerdi kafası biraz. Onu sevmezdi adı herneyse.

İstanbul bekliyor Lale. Salkım Salkım tan yelleri estiğinde, Hey sen güzelsin kavgamızın şehri, Ve uzaklardan.

istanbul

45) Lale Çolak; 8 Ocak 2002-  Ölüm orucunun 222. gününde Kartal Cezaevi’nden tahliye edildi. 18 gündür hastanedeydi. 27 yaşında, Sivas doğumluydu. (NM) Ölüm oruçlarında, bir haftada üçüncü ölüm. 27 yaşındaki Lale Çolak hastanede öldü.

 

Bekle Bizi İstanbul

Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniyende güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul
Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok
Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
Ve sen
Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için
Hakkında idam hükümleri verilir
Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellatlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez
Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı
Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanıtını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın

Vedat TÜRKALİ

2 Yorum
  1. Ben yorum değil aklımı bıraksam burda? Bu nasıl bir stildir kardeşim. Cümle içinde kelimeler dans ediyor ve öyle bir sonuçlanıyorlar ki mana korkuyor anlaşılmaktan sanki:) anlat deseler layık olan ifadeyi bulmak her babayiğidin harcı değil. Yazı beni hüzünlendirdi tabii ki haliyle, ama artık hüzünlenmediğimiz gün var mı bu devirde? Ellerine düşünen beynine sağlık. Sen yaz,ben de kendimi bir nebze de olsa unutmak için okuyayım. Kaçıyorum ama yeni yazına kadar. Aslında ben sana yorum bırakamıyorum, belki de word press uygulamam yok, aslında bu tip uygulamalara merakım ve gerçekleştirmem için yeteğim de yok. Buraya bırakamam yine diye, kopyalayıp, en azından dışarıda bırakırım yorumu. Hoşçakal kardeşim. Ece ablan.

    • kucukprens says:

      Kelimeler çok hızlı ben de çok yavaşım yakalayabildiklerimi bir biri ardına diziyorum bu yazılar öyle oluşuyor. Kimseye dokunmayan kimseyi rahatsız etmemiş umurunda bile olunmamış o kadar büyük- bana göre- olay yaşanmış, bana göreleri yazıyorum.Yorumlar biraz geç yayınlanıyor, kelimeleri yakalamadaki nedenden. Emeğinize gözünüze sağlık.

Yorum Bırak

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

code