– “Bu memleketi içten yaşamak istediği şekilde yazdığı için yazarları, düşünenler, düşündüklerini söyleyenleri biz içeri tıkmışız hep. Rüyasını görmüş istemiş, istediğini yazmış, böyle daha güzel olur, bu şöyle olsa demiş atmışız içeri. Hani Nazım demiyorum, o daha da başka paylaştığımız şeyleri paylaşırken hani biraz daha büyük pay hani zar gibi olmasa demiş o, ondan onu saymıyorum, o paylaşmayı da katmış ben yaşamayı biraz daha nefesinde biraz daha oksijen istemeyi anlatanları bile hop yok etmişiz. Ezebildiğimiz kadar ezmişiz, devam etmiyor değil ediyor, hadi üstüne basmışın niye bir de iyice ezip canı çıkmışın suyunu da çıkartıyorsun. Ez at bir kenara bir başka onun gibi yaşayan böcek misali hepsi yaşayan nasiplensin”. Canı sıkkındı, dil boyu yaralar açmak istiyordu belli.
– “Sonbahar hüzün getiriyordu, yağmur hep romantik ıslatmıyordu, yaşamak zordu bu ülkede. Onu anlatıyordu. Rüzgar da saçların dağılmasını dert etmeyi özlemişti, ölüm getiriyordu şaka gibi, yağmur bir başka ölüm. Yolda el ele yürümek sevdası bile başka bir ölümü çağrıştırıyordu, üstüne çıkıyordu, düşüyordu bir şeyler. Sonunda sen altında kaldığın için suçlanıyordun. Ölmenin isteklisi sen oluyordun, can almanın zevkini çıkartanların karşısında.” Bağırmıyordu, ama acısı belliydi. Sonbahara sinirlenir mi inan sinirlenmişti işte.
Yağmur nasıl şiddetli yağıyordu dışarıda. Sonbahar ve hüzün masadaydı.