Yağmuru yazamıyorum. Marquez ne güzel anlatır. Üç gündür yağan yağmur, öyle çok öldürülmüş yengeçler, Paleyo’nun bata çıka yengeçleri denize atmaya gitmesi. Hemen oracıkta nem kapar sırılsıklam olur okuduğunuz yer her neresiyse üstünüze bir ıslaklık siner yatakta okuyorsanız benim gibi büzülür yatağın içinde bile bir saklanış içine girer.
Gök gürlese satırların arasında yorganın altına pısasın gelir.
Kimseyi ıslaklık duygusuna ikna edemiyorum.
Virginia Woolf “Eğer biri beni kurtarabilecek olsaydı bu sen olurdun” diyerek ölüme nasıl gittiğini okuduğumda irkildim. Ölüm bu kadar sade çağrılabilir miydi? Çağrılınca oda servisi tutarlığında gelir miydi?
Satır aralarına ne serpiyorlar benim göremediğim hissetmediğim ne olabilir? Kalemin ucuna gelmekte direnen ne?
“Coelho’yu sevmem ama okudum”. Konuşacak ender ses. Çok şey bilip okuyanların aynı şeyleri bildiği düşüncesiyle yazmak. Çok şey okumuş olmak. Bir külah yapıp biraz yağmur bir küçük bardak.
Soğuk, kar atıştırıyor. Ateş mi bastı?