Geldi. Gelişi gürültülüydü. Lafın ortasına öyle gelir gelmez girdi.
– “Dün gece dişim ağrıdı. Uyku uyuyamadım”. Bundan sonra yapacağı bir şeyler var şimdiden bir özür dileme bile olabilir. Sandalyeyi çekti, ters oturdu, arkasına bakar oturdu. Kollarını da üstünde doladı.
– “Uyuyamadım. Üstelik uykumu ağrı ile beraber dişçi korkusu da aldı biraz. Neyse dişçiden korkarım sabah geçti ağrısı”. Tırsmış anlaşılıyor. Israr etmeye de gelmez. Ortalık bir sinir elektriğine bulanır dolar o kadar. Uykusunu alamadı mı? Bir de dişçi korkusu. Yalnızca dişi korkusu yokmuş.
– “Ben berberden de korkarım. Hem de dişçi den daha çok”. Güldü. Az çok biliyor ne diyeceğimi, nasıl dalga geçeceğimi. Bana laf bırakmıyor.
– “Kel olmayı bile diledim genliğime yakın, çocukluğun en ileri zamanları. Berber koltuğuna oturmayayım da kel bile olsam olur diye düşündüm hep”. Biraz sustu. Açıkladı nihayet.
– “Bizim zamanımızda da berberler sünnet yapıyordu. Bizim berberde öyleydi.” Gülümsedi yine.
– “Acımayacak dediler”. Burada durdu. “Acımamış sayılmaz, acıdı Ulan. Bayağı acıdı bee, üstelik kanadı epeyce”. Ben gülümsedim bu sefer.
– “Gel “dedim. “Dişçiye gidelim. Gece ağrır bu meret. Acıtmaz. Morfin filan eskisi gibi değil.” Sandalyeyi bir kavradı sıkı sıkı. Gideceği varsa da oturdu iyice.