Gece; çok sessiz bu gece, komşularda evde yoklar galiba tıkırtı, takunya, terlik sesi yok, dışarı baksana lambanın altında duruyorlar mı herifler? Kapımı çaldı, sen kapının arkasına geç, sesini çıkarma. – Kim o.
Böyle başlayan, sonunda işkenceden parçalanmış ayaklar, patlamış gözler, yaralı şişmiş karınlar, bitmiş böbrekler, kırılmış kemik ve kaburgalar, aylarca ortadan kaybolmalar, ortaya çıkışla bir başka perişanlıklar, faili meçhullere kadar varan öyküler. O öykülerdeki adamların tanımı tek kelimeyle terörist. Hiç sakınmadan, hiç şekline bakmadan, üstlerine başlarına hiç göz atmadan terörist.
12 Mart ve 12 Eylül bu kelime ürünü binlerce kişiyi, kendi gibi düşünmeyen biraz doğru dürüst bir şeyler düşünüp yapılması gereken iyi şeyleri isteyen, isteyebilecek kafaları, kişileri bu damga ile damgalayıp her birinin geleceğini karartıp, sakat, kör, sağır, bırakıp kafa travmaları dolu yürekler yaratıp binlerce kişiyi yaftalamıştır.
Bunların çoğu da kendilerine devletin ödül vereceği, verirse üç kuruş için kendilerini satabilecek karakterde ki yalancı ve ihbarcı komşuların asılsız ihbar ettiği gençlerdi. Astıkları insanların bile terörist denemeyecek durumda oldukları astıktan sonra üzerlerindeki eşyalarından, kazaklarından, hırkalarından, pantolonlarından, bez ayakkabılarından, ceplerindeki birkaç kuruştan anlaşılıyor. Gece karanlıklarında basılma korkuları, yattıkları yataklar kırgınlık içermeyen son mektupları onların terörist olmadıklarını ortaya koyuyor.
Terör örgütü üyesi olmak, binlerce terörist örgüt üyesi olması, yüzlerce terör örgütü olması hiçbir bilim dalının kabul ettiği bir şey değil. Sivil toplum örgütlerinin tamamına marjinal demekte bilimin içinde olmadığı gibi mantık ta bunu kabul etmiyor.
12 Eylül ve 12 Mart ne kadar güzel ve içten oluşumlardı? Bu olayların kullandığı yöntemleri kullanarak aynı şekilde baskı unsurları yaratmak ve bunları tehdit, yok etme aracı olarak kullanmak ne kadar doğrudur?
Terör örgütü üyesi (PKK ve Kökten dinci örgütler hariç) olarak ülkemizde yüz – yüz elli kişiden daha fazla kişi olmadığını, bunların hiçbirisinin de öyle sokakta gaz sıkılacak yerlerde olmadıklarını, sayının büyük bölümünün de istihbarat örgütlerince takip altında özel operasyon bekleyenler olduğunu 12 Eylül ve 12 Mart ve sonralarını yaşamış bir kişiye sorsanız onlar söyler zaten.
Söylemlerin ne kadar ağır ve yanlış olduğu, yapılanların acımazsızlığı yıllar sonrasında ortaya çıktığında artık geri dönülmez yaraların oluştuğu, acılı ve sancılı geçmişlerin onarılmaz yapılar oluşturduğu da oradayken bu durumun devam ediyor olmasını da akıl almıyor.