– “Çayır çimen bir yere uzanıp baharın içinde bir papatya bulup seviyor sevmiyor yakışır. Bir gece yarısı bir ıslığı tanıyıp, ışığı söndürmeden hem de perdeyi aralayıp kim diye bakmak bile bile kimin çaldığını, bir kahve fincanının içine bakıp karşısında oturanın içini okuyup, beklediklerini istediklerini bilip onları söylemek yakışır kadına”. Sofranın neredeyse sonuna gelmiş, bardakları boşaltmış biraz çakır biraz keyif hani öyle bir şeyler olmuşlardı. Masanın kıvamı yerine gelmişti.
– “Arnavut kaldırımında yüksek topuklarla yürür gibi tıkırdata tıkırdata koridorun bir başından gelirken nasıl bir gidiş olup arkasından uzunuzun baktıracağını düşündürtmek, onsuz yalnız siyah gecelerde çaldığında hemen açılıp bir an önce susuzluk gibi giderilecek bir nefes duyuşunun eksikliği de yakışır kadına. Sorma ne giyse, ne açsa ne kapatsa hepsi kadın kadına, bir bakış öyle bir santimlik bir aralıktan bile bakışın içi ne ile dolu olduğu, bir makinelı tüfek bir mavzer karşısında durdurur gibi, son nefes acaba bu mu dedirten. İşte o yakışır kadına. Diğeri bahane, yakıştı, yakışmadı, ayna karşısında başka bir kadına kadınlara savaş için giyinilen sürülen şeyler. Savaşın ödülü başka”. Kalktı, masanın lafı bitmese de tatlı yerinde kesmek iyiydi. Sallanmadan, bitmeden her şey bir başka geceye de kalmalıydı laflardan. Dışarıda yağmur ıslatayım titrinde bir incelik elini açsan bayram kolonyası küçük delikli bekle de elin ıslansın.