Camları siliyordu, masanın örtüsü sandıktan çıkmış yeni bir örtü, bardaklar hazır. Belli birileri gelecek, bir misafir gelecek olmalı. Hazırlık var öyle anlaşılıyor. Bir taraftan şarkı söylüyor kısık bağırtısız. Kısık sesle ama şen şakrak bir ton seste ki. Sevilen, beklenen biri, birileri olmalı. Camları özenle siliyor, leke siz olmasına aşırı özen.
– “Bakma yaz uzadı, kışa daha var. Öyle gözüküyor. Gri oluyor artık bundan sonra sabahlarımız. Akşam erken gelecek, sabah geç gelecek erken kalkana. İçimde büyütemediğim bir çocuk var. Oynamak istiyor, oyuncağı ben. Yorganla oynuyoruz, yere bile düşüyor. Soluğum kesiliveriyor bir yokuşun yarısında, omuzum el değmeyecek el uzanmayan o yer kaşınıyor hem de nasıl. Dost arkadaş dediklerin çoktan başka kılıklara girmişler. Bel tutulduğunda bir el uzanmıyor düşmeden önce seni tutacak.” İniyor pervazda kovaya daldırıyor bezi yıkayıp tekrar alçakta olsa ona artık zor olan yere tırmanıp camın dışını bir özene siliyor. Soluk soluğa iniyor. Bezi kovaya bırakıp masanın bir eksiğini arıyor.
– “Al gel, kağıdını, kalemini, mürekkebini. Bende yanına çayımı, tütünümü, içersek şişemi alayım yanıma. Kafamıza koyduğumuz gibi epeydir anlatıp da bir türlü nasıl olacağını bilmediğimizden yazamadığımız şu hikayenin sonunu yazalım“. Masa da bir eksik bulamadı belli. Cama döndü. Camı şöyle bir oynattı gözünden kaçan bir şey var mı? Diye.
– “Yağmuru çağırdım, gelsin bitirelim bu hikayeyi. Başka bir şey anlatsın cam tıkırdadığında, rüzgar çıktığında, gök gürlediğinde, hırçınlaşmadan “.