Sonsuzlar teoremi vardır. Matematiği tamam. Bizim kafalar daha hazır değil, öyle diyelim. Uzunca yıllar Aristo diyen genleri taşıyoruz. Kabül zor. Teori her şeyin evrenin evrenlerin de sonsuz olduğunu, sonsuz sayıda sen, sonsuz sayıda o az önce alıp ısırdığın elma, bu yazıyı sonsuz sayıda okuman, sonsuz kere sonsuz her şey sonsuz kere sonsuz değişiyor, sen annenin babası, babanın kız kardeşi oluyorsun sonsuz kere her şey olacak.
Neyse sigortalar yerindeyken daha duralım.
Umut için Nietzsche işkenceyi uzatır der. Bir daha gelişte ondan önce gelip bu lafı etmeli yaz listeye.
Sere serpe yatamamak, çalışmak, çalışmak, çalışmak sonra birden “Sen bayağı yaşlanmışsın”. Sol direk, yıldızlar evren gözünde Hubble teleskopu gibi. Kaçırılmış ardından biraz koşulmuş ama yetişilememiş bakılan binlerce belediye otobüsü benzeri ömür.
Elinde çuvallarla kalan umut. “Sende yaşlanmışsın” denmiyor. Niye densin bilmiyor mu? Seni görüyor da aynaya bakmaz olur mu?
Geceyi pışpışlayacak hiçbir şey bırakmıyor. Uykunun Alkadraz’ından kaç bininci kaçışı.
Bu biten ömrü bırakıp yeni gelecek sonsuz ömürlerden birinde bir sonrakinde yapılacaklar listesi görülecekler, duyulacaklar, yazılacaklar, mühimi yaşanacaklar. Sırası gelince hani tam giderken tuttuğunda bırakılacaklar, geldiğinde gitme denecekler, peşinden koşulup yalvarılacaklar, tekmeyi vurup kıçına def edilecekler mecazi. Eksikliğini hissedeceklerini cam fanusa koyacakların.
Hep listeler bir daha gelince.
Umut Nietzsche’nin dediği gibi işkenceyi uzatıyor yat gitsin de uyku nerede?
“Gel kuçu kuçu, gel pisi pisi nasıl çağrılıyordu? Ey uyku geldiysen üç kere tıkla.”