Değiştik, değiştim, değiştin, değişti. Siyasi değil, insani olarak, yaşadığımız düzen olarak değişimden değişmemizden konu açıyorum. Bir dolu şeyi hayatımızdan silerek hayatımızı o kadar küçük konserve kutularına sığdırdık ki onu anlatmaya çalışıyorum.
Duygularımızı öyle bir ameliyat yapıp kazıyıp ortadan kaldırmışız ki duyguların tarih kalıntıları bile yok. Üstüne parklar bahçeler mi yaptık, o da yok. Olsa olsa otopark. Sokakta ölen kediye Face de tıklamayla ağlıyoruz. Yakın kaybettiklerimize de aynı davranış merak etmeyin. Bilmem ne ablacığım falanca ağabeyi yeni duydum çok üzüldüm. Face’de bilmem kim yazmıştı da. Boşverin hastane ziyaretini Fatihasını bile Facebook’ta bir tıklamayla hallediyoruz. Acıma, üzülme duygularını anlatmak için söyledim bunu.
Ya utanma duygusu? Öyle bilmem ne resimlerini paylaşma değil. Birbirimizi karşımızda gördüğümüz anda söyleyemeyeceğimiz hitapları kullanmamız meselesi. Ettiğimiz bir küfürü bayanlarında bulunduğu bir masada ne kadar yüksek sesle paylaşırsınız? Paylaşır mısınız? Ağzınızdan kaçtığında özür diler misiniz? Ama sanal alemde yaz gitsin. Becerebilemediğiniz bir şeyi canlı alemde dolana dolana izlerken sanal alemde çok ağır bir şekilde eleştir gitsin. Sonra alışkanlık olsun.
İçine edilen, tükürülen sanat eserleri bu alışkanlıkladır. Sanal alemin, onu takip eden, onu çokca kullanan danışmanların, yakınların alışkanlıklarının bulaşmasıdır. Terbiyesizlik, utanma duygusunun kaybolması çok bulaşıcıdır. Tedavisi güçtür.
Alt yapı eksikliği bulaşmayı çok çabuk tetikler. Sanatı böyle nitelendirenleri işaret edip onları ortalığa dökmek niyetim değil. Niyetim değişmemizin işaretlerini algılayamadığımızı işaret etmek. Siz yönetenlerimizin öğretmenlerine hakaret ederek mi yaşadıklarını düşünüyorsunuz? Ama şimdi sanal ortamın kışkırttığı duygu eksikliği onlara neler yaptırıyor. Sizce haksız mıyım?