Kafasını attıran, anlamadığı bir şeylere dayanmayan savunulacak tarafı olmayan yapılmış, akla yatkın olmayan sıkıntılı hele ona göre akıl dışı çok severdi her şeyi akıl dışı bırakmayı şeyleri anlatmak için kullanırdı “ B.k yemenin Arapçası” yapılana, söylenene, savunulana.
“- O da ne öyle? ” diye sorarlardı bayramlık ağzını açsın diye. Direnirdi o zaman açmazdı bayramlık ağzını. Üstelerlerdi “ Hani Fransız ördeği, Pekin ördeği, İtalyan makarnası, İtalyan Pizzası, Alman Patatesi filan öyle şeyler biliriz bu nasıl bir şey?
Dayanamaz o zaman. Neyzen‘leşir, kendi kelimeleri ile açık seçik ağız dolusu kullanarak söyleyeceğini söylerdi.
Severlerdi öyle konuştuğu için.
İlk kar yağdığında ışıkları söndürüp bir kadeh bir şeyler alıp, ışık altı gözüken bir camın kenarına oturup dışarıda zincir seslerinin karıştığı sessizliğin sesini dinler, büyük yaralarına küçük sızı muamelesi yapmadan derin kim bilir nasıl dayanır bilinmez ama ağrılarına dayandığı daha derin yüreğindekileri de katar sessiz gözyaşı dökmeden ağlardı.
Bir dik duruşu vardı. Gözyaşı o dik duruşa çok yakışmazdı, asar suratını ışısa bir yerlerden gözü gözükse ben ağlıyorum bakışı, okşamayan el yürekle okşayan kelimeler aynı bazı anlar yakarken, bazı anlar bir pamuk yumuşaklığında.
İlk kar yağar, camın kenarında ne kadar uzağa? Ne kadar içe? Ne kadar derine? Nereye gider? Hangi eksilmişini anar?
Söylemezdi.