Dolaşıp gelir, ayağınızın takılıp düştüğünüz yere bir uğrarsınız. Sevmediğiniz istemediğiniz tekrar düşüp bir yerlerinizi kırmaktan korktuğunuz o yer nasıl olu, nereden çıkar gelir yine ayağınızı takacağınız o yere yeniden gelirsiniz. Ayak takma bir geyik olsanız vurulduğunuz, sinek olsanız ezildiğiniz yer gibi hani hep nasıl olur da yaparsınız ya sakarlığınıza denk gelir ya bugünler de tutamaz oluyor ya elleriniz hep kırıyorsunuz öyle bir şey söylediğim.
Yazın en sıcak günü Ağustos sıcağı, yakalanmış bakışlar şaşkınlık ne işin var burada? Bir bakış gidiş bir heyecan kızgın mangal üstü yürek değince bir cızırtı bir koku yanıyor işte, alabildiğine açılmış gözler sorgu engizisyon işkencesi birkaç saniye yanıtsız bakışlar başka bir şey yok.
Soğuk, kar ağaçlarda buz şıpırdayan erimişlik şimdilik aynı yer. Kimsecikler yok o günden öteki tarafa gidip şimdi anılanlar, burası onların yeriydi. Bu kadar kar hadi gidelimlerine denk gelip yine buralarda olabilirler. Çam ağaçlarının karı renklendirmeleri çok yoktur biraz uzaktan bakıldığında siyah beyaz fotoğraflara benzer manzaralar, Cızırtılı ağaca asılı hoparlörden gelen ince saz yerini bildiğin saza bırakmış aynı şeyleri çalıyor bitirmeden tabağı, dönüşte aracın içinde ince saz bir çakırkeyf lik olurdu yok.
Mazi kalbimde bir yaradır.
Bir fısıltılı karışmak biraz başka bozuk seslerde katıp içine eşlik etmek. Kar her yeri mekan tutmamış daha. Yine de her taraf siyah beyaz fotoğraf karesi, içinde renk yok. Biraz ışıkta çalınmış günden içine hafif bir gölge karıştırılmış açılmış gözlere olmuştu önceleri. Sırtınıza bir kulunç girer bir parmak arar acır, acır işte tam orası.