Ne yöne niyet başlanmış yolların sadece tesadüf bile değil bir anda pusulasının iki tıkırdaması titremesi hali nasıl başka yerde bitmişlikleri. Avutulmak istenen akşamlar, boşaltılmış sokaklar ve avutulmadığından uykuyla tanışılmadan bitmiş geceler. Liman kentlerinin bütün sokakları limanda biter günleri de. Dar güneşten sakınılmış ıslak tuğla yapılı kirli çocukları bile az .
Hep bir sessizlik bekle gelmeyecek sen bekle. Gecenin son otobüsü çoktan gitmiş. Eskinin o geniş sokakları nasıl da çekmiş daralmış çocukluğun. Sevmek gibi geliyordu her şey dar sokakların geniş olduğu zamanlarda. Rüzgarı hep karıştırıyordu. İmbata fırtına dediği hafif rüzgarın gemi direklerini kırdığında. Ve zamanın defalarca suikastine uğrayıp, çoğunda ölüvermek hemen anında.
Metal bir seste telefonda değil. Bir kitap elde koşuşturmacalı bir dolu yol, bir yerlerde bir yerlere koşan ölü yazarların kendi ölü öyküleri Trieste- Torino- Belgrat- Hamburg- Berlin Zagrep uçmadan koşmaca arıyor. Vaz geçilmiş yaşamlar. Zagrep Radyosunda Lili Marlen çalıyormuydu? Aynı zamanlarda oralarda. Dinledi mi? Atilla İlhan şiirinde söyler. Oradan.
Roma otelinde kaldı mı? Tezer Özlü’nün Orazio’su otelde çalışıyordu o yıllarda. Belki tesadüf yan masada elimdeki kitap yazılırken bir an yolların içinde teğet hayatlar. Sevişmeyi öğretmişti ona. Sevmeyi öğrenebilseydi aynı yerlerde. Ya da hep bildiği içinde kalan. Metal de ses.
“Hafızasını nasıl kaybetti?”. “ Yere düştü”. “ Alıp yerine konmuyor mu?” Çocukluğun güzel yorumu. Bir de silip parlatıp tozunu üfleyip. Hatırlamak ne zor. Unutmuş olamaz. Mısır tarlaları tepelerde, onlarda bitti mi?
Hakkında hiçbir şey anlatmaya gerek yok, gece yarılarını biraz geçen bir zamanda son duyduğum ağız dolusu lafların sakini bir ses. İrkiyor. Hadi kalk, bu gece uykun benim ben aldım, sana günde altmış sigara o da mı yok. Bir omuz silkiş başka bir şey kalmadı. Venedik bir santim daha batmış olmalı, bu kadar yoldan anlattığı batıyor olduğuydu. Sevmez o lunapark, uzay gemisi gibi şehri.