Giderken

Turne için konuşma yapacağız, akşam İstanbul’a gidip orada görüşelim her şeyi halledip öyle döneriz kararındayız. Trenle gitmeye karar veriyoruz yanımıza çok bir şeyler almamıza gerek yok. Gar da buluşuruz. Gar lokantasında bir akşam yemeği oturup beklerken birkaç yudum da içiyoruz. Masamızda öyle fazla bir şey yok. Daha çok anlatıyor biz dinliyoruz.

ankara tren garı

– Akşam yanan sokak lambalarının arasına karanlıkları yerleştiriyor yavaşça. Karanlık yerleştikçe daha soluk alınmaz akşamın isine daha bir siyahlık veriyor. Bir kalabalık desem değil ama biraz fazla daha insan var trenin çevresinde. Motorlu trenler o zamanlarda daha bir lüks, daha bir konforu var ve daha gürültülü dizel motorları daha çok ses çıkartıyor. Peron gürültülü, bağırarak konuşuyor insanlar yine de ikinci söylemelerinde anlaşıyorlar kendilerini tekrar ediyorlar bir şeyler söylediklerinde. Öyle ortalıkta gözükmek istemiyorum. Trenin pencerelerine bakıyorum görmek istiyorum görünmeden. Kaçamak bakışlar suratımı göstermeden. Görüyorum kimseyi beklemiyor gibi. Beni bekleyecek değil ya…

Burada bir nefes alıyor, bardağından bir yudum içiyor Suyu yetiştiriyor ardından.

– Sıkmıyorum değil mi? Soruyor cevabının olumsuz olduğunu düşünmüyor soruyor ben tastikliyorum kafamla boynumla. Bir peynir kırıntılıyor tabağında çatalıyla atıyor ağzına.

– Bir kuş gibi etrafına bakınıyor görmek istediği bir şey yok güneye uçacak birazdan öyle bir kalabalığın kenarına ilişiyorum görüyorum. Kar başlıyor. Ağzımı burnumu iyice kapatıp kimliksizleşiyorum bakışların kontrolünden. Kar savuruyor ve tren kısa bir düdükle haydi artık diyor. Ankara’ dan güneye giden bir tren bir kuş uçarak gitmiyor kar yağıyor. Bir ara dışarı bakıyor hüzün zarif bir hüzün var bakışlarında. Gün batıyor ve tren kalkıyor ağır ağır…

Yorum Bırak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir