Bir kuru soğuklu, içine odun yanığı kokusu kaçmış donuk laflı günaydın, falan işte içinde ılıklık olmayan sabah. Zor uyanılmış önce o ama olmamış ayrılık tabağın ortasında ister dilimle ister bir lokma at ağzına nasıl olsa çiğneyip yutamayacaksın. Boğazına takılıp hani levrek kılçığı öyle ara sıra öksürtecek yıllar ekmek içi, su, rakı, sarhoş geceler, ayık kucağında uyutamadığın çığlık çığlığa altı temizlenmemiş bir koku üstelik çocuk olacak tabağında şimdi. Üstüne su sıçramış ateş cızırdamasında bana bulaşma yakarım hareketleri gözlerde çakacak şimşekler elektrik yüklü bulutlar ardından bakışlar.
Bir bıçak, bir makas kesiği ustaca olmadan kırçıllı bir iz bir yırtık daha önce öğrenilmemiş gibi masadan kalkış, kapıdan çıkış sert çarpılarak, uzağa savrulmak yıllarda o sabah kuru rüzgarda dolanan diken topu bir daha kim bilir? Önce hafıza oyunları karakterleri aynı ama Hamlet kim oynuyor? Kokular silinmiş etiketi yok, gözyaşları daha az yakıcı, gülümsemeler, kahkahalar ince tiz. Bir köşeyi döndüğünün de bir başka yüz gözler aynı, sıcak masa ötesi bakışlar aynı. Bir başka kaldırım, yürüyüş aynı boy tutmuyor. Hafızanın rafları bilmem kaçıncı temizlik sonrası boşalmış, bir avuç ateş kalmış küllenmiş toz altında. Yatağın soğukluğu, ayaklar ısınmıyor. Dönüşü olmayanı yaşamak
Şairin Abbas‘a vakit tamam dediği saatlere kadar günün saniyelerini sayalım, adımları her biri içine kıymık batışı gibi batıyor işte acıtma korkusuyla basılmış adımları, bizimleri bölüştürüp benimleri sokaklardan başlayıp ayıklamak içine onun kaçmışları benimlere katmamak zamanların içine sızdırmamak.