Her sonbahar gelişinde, artık kar yok. Sadece şiddetli yağmur… İstediğim kadar olmasa bile, uzağa bakarak sevdiğimi, sevildiğimi hatırlamaya çalışıyorum. O bile zor. Nasıl şarkıların notalarına karışmış, “Ben buradayım” cıvıltısında bir kuş gibi… Gönül nasıl da yorgun. Saygısıyla ayağa kalkmaya çalışarak, bir hevesle… “Nasılsın?” bile diyemeyerek.
Öyle sevdim, öyle sevdim. Ellerim yine o anlar kadar sıcaklığı hissediyor; soğuğa ovuşturup bir ses arada bir yerlerde, tanıdık bir bakış benziyor olsa bile, “Odur!” hevesi… Kış, o bildiğimiz kışlara benzemiyor. Kış bahçesine ara sıra sen uğruyor olmalısın, yaşıyorsan… O bahsettiğimiz gibi. Yine de içime bir hüzün çöküyor. Sebebi o olsa gerek. Yoksa denize bakıp ne görünür buralardan? Hüzün yanında bir “eften püften yalnızlık mezesi”, bir gökyüzüne bakış… “Ne yoksa?” tarzı bir ürperti.
Yine de soluğun içine kaçıveriyor. O ılık nefes… Ortak alınan anlar gibi. “Boş ver, al gitsin!” Elinde kalan hafızayı da bırakma. Bir şeyler… Kimsin, nesin bilmeden bir şarkıya takılıp kalmasın yalnızlığın. Sohbeti bile güzel.
Dans edelim aynı şarkıyla. Sözleri bile unutulmuş olsa, yine de… Tut ellerimi hadi! “Elim sende” oynayalım. Elim sende kalmış zaten… Oradan devam.