“Gökten üç elma düştü. Hepsi benim başıma”. Akşam yaklaşıyor güneş ışığı bitmiş bir mum gibi titreşiyor birazdan bitecek. Karanlık her neyse her şeyin önüne geçmeye çalışacak, gece düşecek ayak parmağına düşmüş gibi ağrıtacak. Bir taraftan giyiniyor. Bir taraftan kendisini yataktan seyreden erkeğe gülümsüyor, bir taraftan gecikmişliğine bir mazeret arıyordu kafasında.
Nasıl olsa bir masal anlatacaktı birilerine. Bir ten kokusunu duyacaklar mı korkacaktı anlatırken. Bir bakışından bir şeyler kaçmış olacak mıydı az önce yaşananlardan. Bir akşamı bitirip geceye ulaşabilecek miydi? Bu günün mutluluğunu cebine koyup, akşam doyarcasına yeniden tadabilecek miydi? Yalnızlığında gençliğin öğrenişine gecelerini ortak edecek miydi?
Bir an önce eve gitmeliydi. Babası gelmeden evde olmalıydı. Sofrada tam karşısına oturmalıydı, sorduğunda okulu anlatmalıydı geçmişte yaşanmış bir günü bu gün yaşanmış gibi yeni kelimelerle anlatmalıydı. Ve sofradan kalkarken içinden bir sesin dudaklarına yeni bir şekil vererek bir başka sesle biraz da komikçe bir ses tonuyla söylemeliydi “ Gökten üç elma düştü hepsi benim başıma “.
Yatakta kendini seyreden adama baktı. Birkaç kelime bu günün tılsımını bozmak istemedi. Bir bakışla, bir el hareketi, bir ben gidiyorum hoşça kal nasıl yapılırsa öyle bir hareketle fırladı çıktı odadan. Peşinden kalkan adamı hissetti ayakkabılarını ayağına taktı. Nisan akşamüstünün ortasında fırladı sokağa. Ayağına akşam düşmek üzereydi ve ağrıyacaktı biliyordu bütün gece.