Misket torbam, gazoz kapağı torbam çok olmadı benim. Hep ceplerime, cebim az olduğunda üstümde ne varsa onu belime sokup içine dolduruveriyordum boynumdan. Öyle uzun süreli hazinelerimde olmadı paylaşıp hepsini bir birden birilerine verip, öyle istenmeyen bir şeye çok şey ödeyip hazine denen o şeylerden çabucak kurtulmuşluğum çoktur. Anlayacağınız değerini hiçte çok bilmişliğim yoktur, hazine denen o şeylerin ben başka hazinelerim olduğunu düşünmüşümdür hep. Şimdi cebinize elinizi bir sokun dibinde kalmış o iki parmağınızın arasında kalan kırıntıların içine bir bakın. Bir işkembeci anısı var mı? Gece biterken, tan ağarmak için senin eve gitmeye niyetlenmeni beklerken o zamanlarda bir işkembeci masasından bir şeyler kalmış mı? Bir masa kalabalık uzun bir köşesinde oturan bir gözün sana baktığını ikinci kez yakaladığında duyduğun heyecan o kırıntıdan sana göz kırpıyor mu? Ben buradayım diye. Koluna girip bir merdiveni çıkmanız lazım boyun yetmiyor. Kısa boylu olduğuna gocunduğun o gün o kırıntılarda var mı? Islık çalarak gece yarısında bu kente ben geldim dediğin o tanışık sesler avucuna döktüğün kırıntılardan sana seslenebiliyorlar mı? Duyabiliyor musun? Bir şarkının bitişini binlerce kez yeniden işitebiliyor musun? Rüzgar ne şekilde eserse essin sana hep aynı fırtınanın hikayesini anlatabiliyor mu? Bir gemi güvertesinden bir aşk şarkısı saklayabilmiş misin o kırıntılarda? Avucunu açıp bak hazineme dediğinde anlamamış yakınındakilerin anlamsız bakışları seni sadece gülümsetiyor mu?