Bir şarkı tutturup, yağmur altında ıslanıp dolaşmak bütün istediği buydu. Sıkılmış ruhunu ıslatıp biraz gevşetebilir miydi? Acıların acıtmayanına ulaşabilir miydi? Yılların üstünden geçtiği demir yolu yalnızlığı parlar mıydı? Siyah beyaz fotoğrafların içinde kırık yüzler, küskünlükler kirpiklerinin arasına kaçan yağmur damlası ile dil yaraları da inceden bir sızıyla iyileşmeye yüz tutar mı?
Gece yarısı kalemiyle kavga ederken, binlerce mektubuna bir yenisini yazmaya niyetlenmişken masadan çöpe en kısa posta ile. Okunmak için yazılmayan binlerce kağıt içinde binlerce damla kan daha da fazlası gözyaşıyla. Okunmayacağını bilinince açılan yürek, öyle hep aynı ritmi tutturmadığını, her müziğe uyan dansını kapısı kilitli odasında çırılçıplak ayna karşısında yapılan dans gibi acemice hür. Bir büzüşmüşlük, avuç sıcaklığı bir oğuşturma arayışı soğuğun işlediği vücuduna can suyu.
İlk gök gürültüsü çok uzaklardan bir tıkırtı gibi. Bir yağmur geliyor, yüreğe cisil cisil şarkıda ki şekliyle haberlerde metrelerce yükseklikte dalga boyu sağanak.
Ham daha olgunlaşmamış, kızarmamış ışıldamamış sabahlara ekşiliğine yakışır uyanışlar, kapkara düşe dönmemek için ağır göz kapaklarını açık tutma sallanışı. İçinde ölmüşlerin telefon numaralarını çevirip nasılsın bu sabah demek isteği özledim ben de, gel sabah kahvesine belki bir ihtimal falıma da bakarsın, olmasını istediklerimi olacakmış gibi nasıl bilip anlatırsan öyle özlemi, yorganı korkak bir hareketle kenara çekmek.
Uykuyla küsüp kalkmak.Yüzü buruşuk ekşi bir sabah. Aynaya bir parmak kaldırış:
“ Burdaaa”