Zamanı vardır her şeyin. Zaman vardır yaşamak için bile. Bir zamanları vardır bitmiş gitmişlerin. Hüznün de bir zamanı vardır. Ve Eylül’dür hüznün zamanı. Yapraklar dökülse de veya çiçekler açıyor olsa Güney yarım kürede olduğu gibi tomurcuklar dallara geliyor olsa hüznün zamanı Eylül’dür.
İnsanın yaşam ritminde olmalı hüznün Eylül. Geldiğinde hep biten yaz aşklarının damakta bıraktığı ağır koyu kahve tadında acılığı hissettirir. Seversin ne kadar acı olsa da.
Eylül şehrimin hüzünlü ama ona yakışan ayıdır. Deniz kıyısı hikayeleri bütün kıyılarda, kıyı kentlerinde biter. Şehrimde bu bitişte deniz yoktur ama dönünce biter. Hep sanki devam ediyormuş da beş dakikalığına dışarı çıkılmış dönünce kaldı yerden devam edecek gibi anlatır yine de.
Yapraklar kurumaya başladıklarında aldıkları renk şehrin rengidir. Kimse bu şehri renkli, capcanlı renkli tonlarda çizmemiştir. Daha çok siyah beyaz eski fotoğrafların vardır ya kahverengi tonlusu yakışır ona.
Ve onu başka türlü tanıyan, başka şekiller yakıştıran yabancıları vardır. Onlar bu şehrin insanıymış rolünü oynarlar, bu şehri kendilerinin hayallerinde ki şekline sokmaya çalışırlar, bu şehirde okurlar, bu şehirde kalırlar, ama bu şehirde yaşayamazlar. Bu şehre dönmeleri sevemezler. Gitmelerdir hayalleri. Hüznü ceplerine koyup bir çekirdek gibi arada bir parmak ucu kadarını tüketemezler. Parklarını soluyamazlar, anılarını toplayamazlar kaldırımlarında, ıslık çalarak bir şarkı tutturup yürüyemezler. Bir acele, bir hırs bir kaçma startı hazırlığıdır yaşadıkları. Gittiler mi dönemezler…