“Öyle ıskalanmış bir hayat olarak kabul etmiyordu taa ki. Bir şeylerin artık olmadığı olsa bile lezzetini almadığı zamana kadar”. Elinden kalemi bıraktı. Kafasını cama çevirdi. Dışarıda bir gökyüzü sulusepken. Bir yere gelip tıkanıyordu. Yazdırmıyordu hava da. O da sulu sepken içine pus karışmış bir kısmını cama bulaştırmışlık.
“Biliyordu ayrılık daha çok seviliyordu. Kısmet de hep ondan yana. Ayrılık hemen hızlı geçen zamanlarda büyür çiçek ağaç oluverir asırlık zamanlar kolay olurdu. Hep yürekler de keşkeli bir dolu arama bir telaşlı karıştırma cep karıştırır gibi hafızayı, etrafa bakınma “.
“Keşke” dedi. Olmaz olur mu onun da keşkeleri vardı.
“Ve şeytanın beklediği günahlara özlem, bir yerinde saklanmış yüreğin ıssızlığın bekçisi, yaşamak tekrarları yineleri çok sever”.
Kar biraz da yanına aldığı yağmur camı tıkırtadıp duruyorlar. Aç camı biz geldik. Camı açıyor buz gibi bir hava. Sulu sepken gelişinden belli.
“Çoktandır beklenilmiş, hesabı bile görülmüş iç hesaplaşmalarla, bedeli ödenmiş, servis bedeli bile fazlasıyla, yine de bir yerlerde kalmış olabilirlik. Acıyor işte burulmuş yürek. Bilmeden buralara kadar yaşayıp gelmeler”.
Bıraktı kalktı. Çaydanlık çağırıyordu. Gel al çayını.