“Bak kız yaptığın işe bak. Nasıl öyle çaktırmadan alıştırmışsın kendine beni. Soluğun bile ısıtıyormuş bu köhne soğuk dünyamızı, bilememişiz kıymetini.” Siyah beyaz filmlerin bir sahnesinde tahta sandalyeli bir masada elleri kafanın arasına alınmış bir sahnede söylenir. Sabah, epeydir bu kadar yalnız bir sabahım olmamıştı. Bu sahneye benzer bir duygu içimdeki. Sabahın körü, yağmur kasveti artırıyor. Karanlık bir sabah. Sen bu saatlerde olmazdın zaten. Soluğun kapı aralığında baktığımda, bir dönüş yatakta, bir kıvrılış o kadar. Daha ne olsun? Öyle değil mi? Vardın, oralarda bir yerlerde günün öte yarılarından birinde sesin de olacak bir beğenmezlikle günü. Nereden çıktı bu günde? Dercesine. Bir sabah olmasa da sabah mahmurluğu, bir alınganlık güneşe bile bir kapris neden doğdun kızgınlığı belki de. Bak kız yaptığın işe bak. Ne kolay alışılıyormuşsun. Her şeyi bastıran bir soluğun duyulsun kıvamında sessizlikte kedi mırıltısı mutluluğu bir uyanış. Bir istemezlik ağırlığını hissettirecek bir reddediş her ne olacaksa. Günaydın içi çoktan gün aydınlanmış, kararmaya yüz tutmuş bir zamanda. Nasıl bir alışkanlıksa benimki de?