Sen öyle geçerken masama çarpsan kahve tabağını doldururcasına dökülse, ben kaldırıp kafamı biraz kızgın biraz ağır bir laf söyleyecek gibi bakacak olsam, sen özür dilesen “Kusura bakmayın” inse yüreğim kızgınlığım geçse, bakışlarımda gözlerini yakalasam, mahçuplaşsam birden tanıdık gelse sesin, özleniş bakışı yakalamış olmanın burukluğu sarsa içimi. Sen beni tanımasan kapıdan çıkıncaya dek. Ben konuşamasam ardından baksam özlediğim bir manzarayı kafama kazıyabilmek için baksam kalsam. Kapıdan çıkınca hafızan seni eskilere taşısa, ayaklarına demir olsa bağlansa ağırlaşsa adımların, arkandan bir çağırılma duysan hatırlayacakmışsın gibi beklesen adım aralarında. Ben peşine kalkıp epey zaman sonra tekrar otursam sonra ama çok sonra kalkıp kapıdan gittiğin yöne baksam beynim kokunu algılasa ben neden gülümsediğimi bilmesem. Kahvemi yeniden söylesem adın aklıma oturmaya gelse, gitmese epey bir süre beni izlese. Ben kahvemin falına bakar gibi okuduklarıma baksam içinde sen olsan okuduklarımın benzesen haberlere, resimlere, yazılara. Seni okusam sen yazmayan yerlerden. Kapıda dursam çıkarken koklasam seni sen koktuğunu bilmeden. Tesadüf bu ya.