Dışarıda yağmur vardı. Kar geliyordu, ardı kardı bu yağmurun. Salonun ortasına geldi, orada çıkarmaya başladı üstünü. Sırılsıklam olmuştu kabanı. Salladı şöyle bir hızlıca. Pişman oldu salladığına her taraf tavan bile su içinde kaldı. Sandalyeyi çekti arkalığına geçirip astı kabanı.
Adam hiç sesini çıkarmadı o bunları yaparken. Bir şeyler olacaktı. Öyle demişti telefonda öğlen sularında.
– “Bundan sonra rüyalarına girmeyeceğim, sende benim rüyalarıma gelme artık. Hayallerinden sil beni, koynuna gelmeyeceğimi artık biliyorsun. Üşüsen bile yokum artık. Ellerin boş olacak yalnız gezerken bile tuttuğun elim artık yok. Bekleme boş yere ararım diye numaran bende yok, Sigara dumanından ben çıkmayacağım artık, kadehini uzatıp şerefime diyemeyeceksin. Ayağımı boş yere arama bundan sonra yatakta ısıtmak için yok. Dayanılmaz dediğin o kokumu koklamakta yok. Öyle elimden tutup bir gece yarısında karanlığa götürüp yıldızları gösterme numarasıyla biraz sokulup hani çaktırmadan omzumu kavramak sarılmak yok. Günlerinin hepsini alıyorum elinden bundan böyle”.
Adam bu gün günlerden ne onu düşündü. Kırıcı olma günü, hayallerin çalınma günü, İçinde olmadığın hikayeleri anlatma günü, yeşil yaprakların sonbaharı günü, son günlerden biri günü buldu birden evet bu “son günlerden biri” günüydü.
Üç kişilik bir masa kurdu yine de yalnızlığı, tek başınalığı ve kendi. Anason kokusu yağmur kokusuna karışıp yağmur suyuyla ıslanıp beyazlandı mı? Günlerden “Son günlerden biri” günü oluyordu. Bir fırça alıp ışık gelen yerlerini siyaha boyamalıydı gecenin, gündüzü biraz daha koyu gri yapmalıydı, yağmur acıtacak kadar soğuk yağmalıydı içinde buz parçacıkları kalmış gibi olmalıydı damlaların.