Paris’ te yağmur var. Paris’ te hep yağmur mu yağar her gün her gün her saat. Yağar benim Paris’im güneşi hiç sevmez görmez hep yağmurludur. Hayallerden kurulmuştur. Pave taşları tuğla duvarları parkları her yerinde başka bir ayrı belki hep aynı müzik.
Hayallerle kurulmuştur. Senin dolaşmaların, senin gazete kitap karıştırmaların sen yokken içine sen konmuş seninle yürünmüş banklarda seninle oturulmuş senin parkların senin nehrin senin sokakların senin köprülerin olmuştur Paris’te.
Şimdi bile.
Elinde şemsiye bu havada olur mu? Nereden çıktı mezar ziyaretleri. Geziyorsun. Yağmur gözlerine pek inmiyor hüzün içine iniyor olmalı kulağında melodiler hepsi hüzün hepsi çığlık çığlığa Paris in hüznünü anlatıyor.
Biliyorum isim isim ne anlatacaksın hangi hikaye hangi roman hangi şarkı hangi bakış hangi film hepsi ölmüşler sen bile. Kulağında bir mırıltı bir şarkı kaldırımları şimdi bile süsleyen sabah uyandırdınız birlikte beni ondan.
Dolaşırken yağmursuz olmaz sabahın yanığa yakın pişmiş belki yanmış çörek kokusu kurabiye şekeri hafif. Saklanma hepsi senin yıllar önce çok önce çıkıp gittiğin nefes aldığın yaşadığın bırakıp gittiğinde tam da öldüğün ölmediğin artık yaşamadığın sırf o yüzden bir mezar taşına tarihin kazındığı bittiğin artık yoksunlara yerleşmiş orada nefes alsan bile yaşasan bile öldüğün.
Sende taşın olmasa da nefes alıyorsan şimdilerde bile. Kendine bir yer mi arıyorsun yoksa ben sana. Sanmam çoktan hem de çoktan artık anılmayacak olduğun anıldığını bilmeyecek.
Yine de Paris sensiz olmuyor. Kurulmuş kurulacak kurulup da daha akla gelmemiş onca hayalde. Biliyorsun melodilerin arasına sen sıkışmış oluyorsun notaların arsına yağmurlu Paris.
Aynı şey yine Paris te yağmur yağıyor. Ne öldürücü ne kupkuru ne kaçırıcı ne hırçın bildiğin o çisil çisil hafif ıslak şemsiye altı güzelliği olan Paris kokan. Paris sen kokuyor sen Paris kokardın.
Kollara yaslanılmış göğüslere yatılmış bir mırıltı Edith Piaf’tan. Bu sabah Paris uyandırdı beni.