Parkın tahta masasının üzerinde açılmış gazetenin üzerinde büyükçe bir tutam çekirdek, biraz uzağında çekirdek kabukları yığını. Masanın iki kenarına oturmuş konuşmadan çekirdekleri tüketiyorlardı. Neredeyse saatlerdir aralarında ses çıkmamıştı. Gitmeye niyetlendi. Avucunda tuttuğu çekirdekleri tekrar çekirdek topağına kattı. Gitmeye niyetli değildi karşı tarafta oturan bir sigara yaktı. Sessizliğini bozdu masanın.
“ Güvercinin ölüsünü gördüğümüz günü hatırlıyor musun? Ben bu parkta çocukluğumdan çıktığımı daha bilmediğim günlerde. Daha hani yeni palazlanırsın, yüreğin bir başka atar ya hani ota b.ka her kımıltıya çarpar ya yüreğin o günler. Bir güvercin ölüsü de o günlerde görmüştüm. Ne ağlamıştı Maide o gün. Maide kim mi? Kimin yeğeniydi hatırlamıyorum. Birinin bir şeyiydi hani uzaktan dokunulmazlığı olur ya öyle kızlardan biri benim için. Dokunulmazlığı var ama yürekte öyle demiyor tabii. Her kımıldayan şeye musallat oluyor dedikleri cinsten bir gönül benimkisi. O kısa koyu saçlı hani güzel desen öyle değil o sıralar benim için bile ama olsun. Delikanlı kanının deli olduğu anlar.”
Sigaradan bir nefes çekti derininden. Bir avuç çekirdek aldı eline yan oturdu şimdide masanın sırasına ayağının tekini uzattı sıranın üzerine boylu boyunca. Sigarasının külünü masadan uzak bir yere silkeledi.
“ O gün şeytan yanımızda olur hep gezerdi bizimle, yanımızda olunca sırası gelir ona da uyardık, şimdi az diyoruz ama çok sık uyardık da hadi neyse uyduğumuz bir gün okul asılmış, ben o sıralar okul asma konusunda çok acemiyim, belki yeni yaptığım günler o günler asmışız okulu asmamış bile olabilirim. Benim okulum parka yakın onun okulu uzakta olması lazım öyle hatırlıyorum ama hangi okul bir türlü çıkaramadım ama aynı okulda değiliz o kafama çakılmış biliyorum. Yürüyoruz o sevgilisinden bahsediyor bile olabilir ama pek kafaya takılacak bir hikaye olmamalı yürüyoruz yan yana bile değil biraz aralıklı hani bilirsin Fransız filmlerinde arkadan uzaktan gösterir ya kısık sesli konuşmalar yolun iki tarafına açılıp sonra yanaşan bir birbirine dokunmadan tekrar uzaklaşanlar aynı öyle bir manzara yürüyoruz.”
Bacaklarını indirdi sıradan, gözlerine baktı, önemsiyordu anlattıklarını, bir nefes çekti sigarasını yere attı özenle söndürdü. Üstüne bastı birkaç kez çevirdi.
“O sırada gördü güvercini, gitti yanına dokunmadı. Gece ölmüş olmalıydı biraz kurtlanmıştı bile. Ama başından ayrılmadı. Ne çığlık attı, ne bir şey söyledi. Yanına gelip eğildiğimde fark ettim ağladığını. Sessiz bir gözyaşı boşalmasıydı. Gittim bir tahta parçası buldum. Yumuşak bir toprağı biraz kazdım. Tahta ile özenle ölü güvercini kazdığım yere taşıyıp yerleştirdim, gömdüm. Başına bir taş bile bulup koydum. Mezarın başında ağladı, bir şey söyleyemedim, bekledim. Sakinleşti, yine yürüdük, bir şey söylemeden yürüdük.”
Durdu kafasını kaldırıp hafızasını biraz toplar gibi bekledi, gözlerini kırpıştırdı.
“Vedalaşırken konuşmuş olmalıyız. Çünkü birkaç gün daha yürüdük onunla bu parkta. Ama hiç güvercin lafı geçmedi aramızda. Özellere çok girdik, çapkın öğretmenin bakmak istediği yerleri oturduğumuz bankta yakınımızda kimsecikler yokken birazcık sıyırıp gösterdi bile o derece yani. Ama adını hiç koymadığımızdan dost, arkadaş ona benzer benzemez bir ismi olmadı o zamanın.”
Elini şöyle bir sallayarak ne dersen de dercesine umursamazlık hareketi yaptı. Bir avuç çekirdek aldı eline. Bir tanesini parmaklarıyla ağzına götürüp çıtlattı.
“Hep ayrılırken söylediğimiz görüşürüz lafı bir gün tutmadı. Görüşemedik her ne olduysa. Ben bulabilir miydim? Bulmadım mı? O görüşmekten mi kaçtı? Sevgilisi hani çok önemli değildi önemi mi arttı? Bir şeyler oldu görüşemedik. Ne olduysa haberim de olmadı ondan. Yıllarca o sisli Ankara günlerinde Kızılay’a ölü kuşlar yağdı günlerce ben hep onu hatırladım, kuş gibi dediler ölü kuşlar gösterdiler, onu hatırladım. O gün yine onu hatırladım. O sessiz ağlayışı geldi gözüme.”
Sustu. Yutkundu. Kurtuluş Parkı’na akşam yaklaşıyordu.