“Hikayeleri hep ucundan biraz kenarından yeni baştan dışarıdan bakaraktan göbeğine bir de öyle okuyup dinleyeceksin ki tadını alabilesin”.
Böyle der böyle anlatırdı. Anlattığı hikayeler özenle kumda pişirilmiş dibek kahvesi tadında kokusunda olurdu.
Bir gece düşü bir meyhane dönüşü bir gölge de yakası kaldırılmış paltoyla bekleyen ölümü anlatırdı. Felek vardı. Feleğin çok ta işi vardı hikayelerinde . Felek kahramanlarına bir öyle vurur bir böyle vurur yetmez yerden yere vurur kahramanın kahramanlığı filan kalmaz çocukluğumuzdaki ağlak gözlerle okuyup dinlediğimiz Kemalettin Tuğcu hikayesinden kaçma biri oluverirdi.
Her şeyin olduğu hikayenin tam da en güzel yerinde derin bir nefes alır çayından kahvesinden ne içiyorsa ondan bir yudum aldığında feleğin şimdi az sonra uyarması olmadan ortaya çıkacağını bilirdik.
Hep ölürler hep geride kalırlar hep demir parmaklık ardına feleğin arkadaşları dostları diye bildiği kötüler aracılığıyla oyununa gelirlerdi. Hasret bazen ormana bazen denize bazen gökyüzüne olurdu bazı katılmış iç çekişleri derin nefes alışları da devreye girerdi. Tenhalarda volta atan cesur bir yüreği de vardı. Masal anlatırdı anlatırlardı. Anılar da kaldı. Kaldılar.