Öyle kedi gibi, kedinin yaptığı gibi gündüz duvar diplerinden sinsi sinsi sürünürcesine bakmadığın zaman yürüyüp baktığında durup seninle ilgilenmiyor duruşunu takınmış damla damla yağan yağmur akşam karanlığına sığınıp bütün yırtıcılığını ortaya çıkartıp bütün ciyaklamasıyla yağıyor. Camın dışından öyle tıkırdayıp dışarıya çağırıyor ki yağmurluğumu kapıp çıkıyorum.
Yağmurluğun içine biraz Ankara kaçıyor yine. Yağmurun o kıyıda köşede yaşanamayan o tıkırtılı, çoşkulu havasını yakaladığında sokağın atlayıp zıplayarak geçtiğin kısmından ayakkabının içine biraz su kaçsa da yazdan bu yana beklediğin yağmuru bir çöl sakini gibi kutlayarak dolaşmak istedim. Otur evinde ne işin var yağmurda dışarıda.
Kalbim o yağmurun kulağıma vurduğu gibi tıkırdayıp ter içinde, nefes nefese kalıp zar zor ölümün kıyısından dönünce hayatı, hayatın içinde Ankara’yı dibine kadar olmasa bile yaşamak, yaşayamadım pişmanlığını azaltmak uğruna böyle küçük soğuk belki, belki ıslak haydi hop çağırınca, cama tıklatıp gel gel deyiverince dayanılmıyor işte. Bakmayın öyle şeyler söylediğime yağmuru ıslak gözlüklerin ardında bile gözleyip, yağmurun o kokusunu biraz alıp, biraz da sokaktan geçen araçların fışkıyelerinden koruyabildin mi kendini bayağı da zevkli oluyor dolaşmak. Fışkıye dilime yerleşti, nereden yerleştiğini de az çok biliyorsunuz. Sokağın bu ıslaklığının en darbe alanları sokak hayvanları. İbilin iti ile Zibilin kedisi ıslaklıkla iyice ufalmış ıslanmış bir kuytudan sizinde onlara benzeme zamanınızın geldiğini düşünüyor olabilirler, bakıyorlar. Yaprakların toplanıp hadi bakalım diyecek yağmuru bulmaları da kışa az kala zamanlarda olduğumuzun bir göstergesi.
Gece size dışarıda yaşadıklarınızın seslerini getirirken yatağın içine daha üşürmüşcesine büzülerek giriyorsunuz. Sabaha daha çok var.