İki gitar telinin arasına sıkışmış bir sinek gibiydi, titriyordu, soğuk değildi titriyordu. Sordum Nasılsın ? İyiyim demek istiyordu, “iyiyim sen git” diyemedi. Titriyordu. Üzgündü üşüyor olmaktan, sinirden belki de titremekten. Gitarın tellerine dokunmamaya çalışıyordum. Titremesin istiyordum. Titriyordu. Şerbetlisin sanıyordum bütün hastalıklara. Bir gece yarısında her nasılsa vurulmuş bir yumrukla düşeceğin hiç aklıma gelmemişti. O küçücük titreme ateş yüklü koca yumruklu çaktı mı oturtan paçavra mı ne diyorlar bu sıralar adı öyleymiş, adı öyle çıkmış adamı paçavraya çeviriyor ya ondan. Gidiyorum bulaşmasın istiyorum bir taraftan bana da. “Çay ister misin?” gitmeden önce soruyorum. Kızıyor, ya da bana öyle geliyor. Işığı kapat, kapıyı çek git bakı yorganı üstüne çekiyor. Bir vızıltı yorganın altından anlaşılmıyor ama kızgın bir vızıltı. Işığı söndürüp, kapıyı yavaşça çekiyorum.
Mart geldi ya ondan yazıyorum bu hikayeyi. Kapıdan baktırması sadece soğuk olup kazma kürek yakalım haydi diye değil. Bu tip hastalıkların gelip bütün aileyi bir bazı anlarda iki tur atıp hepsini yatırmadan gitmemesi Mart’ı adının çıkması. Bu yıl şehre kar bir gece yağdı, çok sevindik bekledik bir daha yok. Soğuk ta o kadar çok olmadı. Hepsi Mart gelince gelir mi? Gelmese de kapıdan bakar mıyız?