Karanlıkta söylemeye korkardın, karanlıktan da. Uyku arası hani gözlerini aralayıp bir ışıksız ortamda dokunulmakta olduğunu hissedip rahat mırıldanarak fısıldadığında aklına gelirdi belki ama söylemezdin.
Bazılarını hiç söylemedin öyle kaldı. Dilinin ucunda bile değillerdi. Bazılarını yol da yanımda fısıldadın duy beni diye sessiz gürültüye karışsın ama duy.
Zamanın taşlarına kazınıp orada kaldılar bir de beynimin teneke sen kutusunda çocukluğun hediyesi gibi.
Kendi takviminin arka sayfasıydı gün tarih ne olursa olsun oku. Hep kapişonlu bir kara palto yüreğin kelimelerinde soyunan çırılçıplak. Karanlıktan bile korkan teni kelimelerinin. Hep iki aralık bir derelik bakışlarda olmak. Bir kaç mektup sayfası okunmuş yırt at gitsin gibisinden şimdi olsa anlamazdın diyeceğin o zaman susulmuş.
Yaptığımız saraylar sırça köşkler hayallerde ilk dalgada yıkılacak kum kuleleri kıyıya yakın inadına.
Zamanın saatini kurmayı unutmuş olmalıyız durdu bir daha yetişemedi. Parçalanmadı neyse ki zaman, yalnızlık. Biraz olmadı. Kimse ölmemiş, kimse gitmemişti hafızalardan bir daha gelmemek üzere, o kimdi daha yoktu hayatlarımızda. Kimse kırılmamış en azından bizim tarafımızdan, kimse yerle yeksan olmamıştı daha eğilmekten. Biraz filizdi kim varsa daha yüreğimiz dolmamış almaz olmamıştı, kıskanmıyordu daha verdiklerini.
İhanetin daha tarifi yoktu sözcüklerimizde, yeni yola çıktığımızdan daha uğramamıştık. Bir Islıktı çaldığımız, birde suçu sonradan kalpler. Geç kalınmış her şey oldu öyle kaldı.