“Bu günlerde kendimi yorgun hissediyorum” öyle diyerek sırtını dönüp uykusuna devam etmeye karar verdiğini gösterdi. Çay alıp yeniden onun başına oturup geceyi bitirene kadar orada kalacak olmanın gereği için dışarı çıkıyorum. Koridorun camından dışarı bakmaya çalışıyorum. Karanlık fazlaca karanlık bir gece. Elimde çayım yorgunluğunu düşünüyorum. Kader kısmet deyip geçilecek bir durumu yoktu. Bir duruşu vardı, hırçın, kaygılı, sorgular taşıyan içinde. Ve öyle yaşıyordu. Çevresini öyle silkelemişti. Öyle yaşamak istemişti, öyle yaşamıştı. Odaya giriyorum, kasvetli, karanlık gecenin benzeri loşlukta bir oda. Işıkların hepsini yaksan yine de aydınlanmaz öyle loş bir oda. Sandalyemi yatağının yanına çekiyorum. Dönmüyor ama soluklarından anlıyorum uyanık. Uyumamış, uyanmış kısa bir süre içinde. Dönmüyor. Uyanık olduğunu bildiğimi biliyor dönmüyor. Konuşmak istemiyor, konuşulacak ne kaldı ki diyebilsem de konuşmak istiyorum. O konuşmak istemiyor belli. Konuşacak başka zamanımız olur mu? Emin değilim. Geceleri bitiriyoruz sessiz konuşmaya, konuşmaya. Geceler böyle biter mi? Böyle karanlık kasvetli geceler böyle biter. Uyku dediğin öyle sineklik arasından kaçan sivrisinek, uyku kaçıran sıkı bir vızıltı sahibi sivrisinek misali bir şey değil. Aradan kaçıp girsin içeri, uyutsun. Geceyi başka türlü sorguluyoruz, sessizlikle. İçinde bu soruların ne olduğu bilinmez kalıyor. Sessiz türlü şekilli soru işaretleri cebimizde.