“Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi”. Tezer Özlü çok uzun onlarca yıl önce söylemişti. Değişen bir şey yok o yüzden.
Tabanca, tüfek, kurşun, bıçak, taş, sopa, kazma, kürek saymıyorum. Onlar da çok sayılacak kadardan bile çok olsa da.
Niyetleri bizi öldürmek olanları. Niyetler kötü. İlk taşa takıldığın anda, düştüğün ilk fark edildiğinde, kenarında durduğunda itilesi bir yerde, bir yerin altından geçerken başına anında.
Bir ülkenin faresi olunca kediyi mahalleye saldın mı? Farenin ölmüş ölmemiş kedi yakalamış yakalamamış fark etmiyor. Fareliğini yapamıyorsa fare bile olarak yaşamıyorsa yaşaması ne iş?
Yaşadığını zanneden ben biz ne yaşıyoruz?
Her taraf kedi dolu. Bir akşam, bir öğleden sonrası, hadi öğlen bir aralık kısa bir zaman kendiniz olabilip kendiniz gibi yaşayabilmek.
İstediğinizi boş verin kendiniz olarak, yaratıldığınız yetiştirildiğiniz bir aralık tattığınızı düşlediğiniz kendiniz olarak elinizi kolunuzu sallaya sallaya işte bu huzur, bu hayat tam olmasa da ucunu bucağını biraz kenarından köşesinden kırpıp bir yerlere yapıştırdığınızda oh be diyebildiğiniz yakın işte kabul edilebilir diyebildiğiniz bir hayat.
Tezer Özlü öldürmek derken bunu da mı söylüyordu? Yaşamanın tadını almayınca öldün sayıyordu.