“Bir kocaman öykünün köşesine sığınmış biraz korku, biraz yılmışlık taşıyan bir bakış, omuzlarda düşüklük, bir bilinmezliğin yükü var. Kalabalık, sıcak bir öykü. Bir uzatılmış el alıp getirmiş öykünün içine sıcak dokunması kolay, tutulması istenen.
Patikada yürüyordu, yemyeşil göz alabildiği kadar yeşil, uzaktaki dağların tepelerinde kar şapkası, durdu. Gözleri gözükmeyen insanlardan korkulması gerektiği geldi aklına. Bir koyu gözlüğün saklaması gereken kötülükler olduğu için takıldığını öykülerde bunlardan ne çok oluyordu. Yuvalarına saklanmış gözükmeyen gözler yuvalarında bile seçilmeyen. Ne söylediği anlaşılamayan bakışlar. Yumuşak bir hava vardı, yürümeye devam etti. Titredi yinede bir serinlik yoklamıştı. Bahardı, bahar yoklardı hazır mısın misali öyle bir dürterdi.”
Böyle anlatılan içinde olduğu hikaye Aralık gelene kadar bitecekti. Yalnız edilen, belinden tutan elin kimin olduğu bilinmeyen bir vals yapıyordu. Birazdan bütün notaları tüketmiş orkestra sağına soluna bakacak, üç beş nota daha ortalığa savrulmuş, onlarda bittimi susacak bir baş eğişi teşekkür dans bitti.
İçinde yaşadığın şehir yaşamak istediğin değildi. Deniz yoktu, öpüşmeleri biraz dilli biraz sulu biraz tuzlu denizi hatırlatırdı. Aklın o soğuk sabahları dumanlı siyah sis biraz bir şeyleri saklama niyeti.”Biraz daha yat ben seni kaldırırım” öğlen vakti ağrısız geçmeyen gecelere nispet bir kıvrılma özlemi. Sonbahar gelir kışa yüz sürer. Karanlık ışıksız lambası kısılmış içine hüzün doldurulmuş sabahlar. Şehrini özlediğini hissetti. Belinde bir el bildiği tanıdığı bir dokunuş, bir soluk, tanıdığı bildiği hep özlediği bir koku tende. Bir dans yarım kalmışlığına bakmadan, gözde bir bakış hoş geldin. Özlemişti.