Sabahın o ışıksız renksiz puslu yüzüne bir de onun suratı eklendi mi tam oluyordu. Gidip yüzünü yıkamış olsa da uyanmayı biraz geçe bırakmış bir surat. Gözler açık ama uyanılmamış hani banka açılır girersiniz içeri bankolarda çalışanlar daha maillerini bile okumamış kargalar gibi düğmeye basıp çağırmıyorlar bekleme hali. Sesi kart, akordu yapılmamış güne ayarlanmamış.
– “Bundan sonra yatmadan herkesin üstünü arayacağım, birileri benim uykunun bazı parçalarını araklamış, uyamıyorum birader. Hepiniz kurulmuş makineler gibi sabaha kadar uyuyorsunuz kesiksiz. Kıskanmak geliyor içimden. Gece yarıları uykunuzun en güzel yerinde uyandırılmak istemiyorsanız verin arakladıklarınızı”. Güne her ne kadar suratsız da olsa bir şakayla başlamak güzeldi. Uyunmuyordu yatınca hemen. Dolular vardı boşaltılacak, boşlar vardı doldurulacak. Çay çoktan olmuş kaşık sesi uyandırır diye daha içilmemişti.
– “Başım ağrıyor, havalar kötüleşti, bizim sabahların da içine edildi. Nisan sonuna kadar böyle gider. Hava beni beğenmiyor, ben havayı. Boşanma çağını geçirmiş ihtiyar evlilikleri gibi. Evin bir yerinde rastlaşmasak iyi olacak, her laf bir iğne diğerine ama bir taraftan da soluğu dinlenir oralarda mı?”