– Sıcak, çok sıcak. Tam beyniniz jöle kıvamına gelince başlayın dinlemeye, okumaya isterseniz.
Böyle diyerek saklanmak üzere buldukları yerin, Eymir sabahının bütün sessizliğini serinliğini bozdu. Karabataklar suyun üzerinde uzunca koşular yaparak kaçıp ortalığı telaşlandırdılar. Kazlar bağırdı boşuna. Ortalık elektriklendi ısındı.
Elindeki kitabı kaldığı açık tarafı masanın üstüne gelecek şekilde kapatıp Yine o karabatakları tedirgin eden sesiyle anlatmaya başladı.
– Ruh varsa bizden ayrı bir yerlere gidebilecek durumdaysa, bu sıcaklarda ayrı bir yerlere kaçmış pişmemek için bizi oralıkta bırakıp kaçmıştır, eminim.
Ne anlattığı, kafasına okuduğu kitaptan, ne takıldığı ne karabatakların, ne kazların umurunda değildi. Kimseciklerde yok sayılırdı, başka bir köşede onu duymamak üzerine kendini eğitmiş dostunu saymasak. O da umursamaz bir şekilde kitabına dalıp gitmiş görünüyordu.
– Fotonlar, zamanla ilişki kurmayan ona göz bile kırpmayan yapıdadırlar. Sonsuza bile giderler. Ama bir oynak tarafları da vardır. Onları kim gözlerse ona meyil edip onların sokağından geçerler hani adı en namuslucasından işveli diyelim öyledirler.
Sabah serinliğinde bile çekilesi bir şey değildi bu konu ama anlatacaktı. Söyleyecek bir şeyleri vardı. Pek Kuantum üzerine değildi söyleyecekleri büyük ihtimalle. Karabatakların ve kazların olduğu kıyıya doğru gitti. Kollarını çite dayadı. Ders anlatır gibi Karabataklara ve Kazlara sesini alçaltıp onları tedirgin etmeden yem verecek zannıyla yanaşanları da meraklı bir dinleyici olarak nitelemiş gibi devam etti.
– Kişilik yani bilinç veya ruh da fotonlar gibidir. Kim onları gözlemlerse ona göre davranır gözlemleyene göre oynaklaşır işvelenir kıvırtır sizin anlayacağınız. O gözlemleyen bakan her kimse ona göre bir tavır alır.
Garson gelip daha ileriye gitmesini, gölün hayvanlarını psikolojik olarak bozmasını önlemek istercesine sordu.
– Çayınızı nereye bırakayım?
Masayı, kitabın yanını gösterdi. Geçti sandalyesine oturdu kitabını eline aldı. Çayını karıştırdı. Bir şey geldi aklına, vaz geçti.
Hava ısınmamıştı yaz gününün serin zamanlarıydı daha. Beyinler daha jöle kıvamına gelmemişti.