Masama oturmuş tam da saati gelmiş, vakit tamam diyorlar ya işte öyle bir şey, karşıma gelip oturuyor. Suyu katmak üzereyim ne nasıl derler portakal suyuma hani çocuk ya karşımdaki, hani bir takım şeyler var ya hadi neyse suyumu kattım portakal suyuma katıp bir yudumda alıyorum derininden ohh diyor çöküyorum sandalyeme. Gülünün yaptıklarından bahsedecek, gülünün yaptıklarından, çıktığı yoldan koltuğunun altında kutu, kutuda kuzu, yüreğinde dönme isteği baobap ağaçlı gezegenine. Dönse, dönebilmeye karar verse, o kararlılığı sürse korkmasa dönmekten, döndüğünde göreceklerinden dönse. Yola çıkarken gitme diyemeyen, dur demeyen, kırmaktan vaz geçmeyen onu inceden inceye kondurup en okkalısından lafı, vaz geçen belli ki ondan, öyle dememişti ama belliydi vaz geçtiği. Bir yudum daha alıyorum. Yaa öyle mi? Diyorum bilmez gibi bir gülün ne yapacağını, nedensiz sadece kibirinden kürdan gibi kırabileceğini çınarları en kalın gövdelilerinden. Öyle bir de kırılmış gibi döneceğini ardında ne olduğunu bilmiyormuşcasına. Yapraklarını, saçlarını mı desek olmaz yakışmaz şimdi gül dedik ya yapraklarını savurarak dönüp bakmasa göz ucuyla bile arkasına kollarını, dallarını diyelim ona da göğsünde kavuşturup gitmeni beklese dur demeden, nereye, gitme, bekle bir dakika o kadar söylenecek şey var ki binlercesini şimdiden aklıma geliyor saymadan birini söylese, söylemese baksa sadece geldiğinde yaptığı gibi. Masanın öte köşesinde yılanla randevusunu, bir başka gidişe başlamayı, benden gelecek bir ‘’dönsen belki de’’ gibi bir dönmeyi içten beklemesine destek kabul edip dönmeye karar verdirecek bir desteği, bir şeyi bekliyor, öyle bir bakışı var. Gülün ne yapabileceğini, başına neler gelebileceğini biliyorum suskun bir yudum daha alıyorum en gırtlak yakanından, sessiz bir geceye daha hazırlanıyorum, burnumda bir gül kokusu neyi hatırlatır bilmek istemiyorum. Küçücük bir gezegende bu kadar büyük her neyse.