Avustralya Açık Tenis Turnuvası başladı, sizde fark etmişsinizdir. Geceler gündüze gündüzler sabaha, sabahlar gece yarılarına karıştığı gibi çok sıcaklarda çok soğuklarda beynimde birbirlerine girip rüyaları gerçek gerçekleri rüya yapıp yaşıyorum. Takıntım diyebileceğim günlerim başladı, senelerdir kaçırmamaya çalışıyorum öyle diyelim. Novak Djokovich favori yıldızım. Ayrı bir olay onun maçlarını seyretmek. Nadal’ı o kadar sevmem. İlgi duymadığım, sempatik bulmadığım bir raket. Bu gün bir röportajında çok enteresan, belki de bana göre çok enteresan gelen bir şey söyledi. “Karanlığı hiç sevmem”. Karanlıkta uyumak için televizyonu açık bıraktığım çok olmuştur. Freud ne derdi? Onu bilemem. Ama geçmişten bir şeyler bulup büyük bir ihtimalle bunun bir korku göstergesi olduğunu söyleyecektir.
Bu benim için her şeyden önce bir robot, bir televizyon yıldızı, dünyanın en çok kazanan sporcularından biri olmasına rağmen bir insan. Bir ne yediği, ne içtiği, ne giydiği reklamcıların belirlediği konu mankeni işini iyi yapan, rolünü iyi oynayan bir oyuncu değil bir insan. Karanlığı sevmiyor. Eğer sonradan bu cümle bir ampul reklamı olup onun için kullanılmayacaksa, bir insan. Siz de bazı zamanlarda bazı kişiler için böyle bir şeyler düşünüp, bazı yıldızları böyle değerlendirmez misiniz? Niye bu ayakkabıyı giydi, neden bu kazağı boynuna attı, bu gömleğin yakasında şu marka yazmıyor mu? Konu mankeni olup birden yaptıkları olaydan soyutlanıverir kafanızda. Ben de karanlığı sevmem.