Hayatın en dibinde bile insanın en aradığı şey güvendir. İnanmak ister, dibinde bile olsa hayatın uzatılan bir parmağı tutmak ister, o parmağın tutulacak parmak olmasını ister öncesinde. Kulağına gelenlere duyduklarına güvenmek ister, gözüyle gördüklerine gördüğü gibi olduklarına güvenmek ister, hissettiklerine beş duyusuna güvenmek bunun içinde yanılmamak ister.
Yaşam bunun üzerine kuruludur. Dürüst olmak onun için önemlidir, ama olmamak için çaba harcanır çoğu kez. Oturamayacağınız bir koltuğu, oturamayacağınızı bir tek siz bilseniz bile oturamayacağınız bildiğiniz koltuğu hep savunmak zorunda hissettiğiniz yerinizi nasıl korursunuz. İşte güvenli olmayan parmak olursunuz.
Yüze gülen, ben size sana dönerimlerle, bana güveninle, ararım sizi seni, ben hallederim benzerleri okurken aklınıza geldi değil mi? Ne de çok duymuşluğunuz, hadi aramızda kalsın belki de söylemişliğiniz bile aklınıza geldi değil mi? Hemen arayacağım, daha düşecek yeri kalmamış size bakan gözlere bir derin yalan, konuşmasanız, bakalım, dur bakalım her nasılsa anlaşılmaz bir kelime bile iki yüzlülüğe kondurulmayacak.
Bu günler böyle, bu öğreti yer etmiş, yakışmadığını düşündüğünüz genç insanlar için daha da kullanılır. İki yüzlülük ilişkilerde, uzak ilişkilerden örnekler verdim değil, yakın ilişkilerde daha da acıtıcı, daha da kırıcı, daha da toz eden ortalığı. Neyin kaygısı? Çözmesi zor. Ve iki yüzünde ikilikler hayatın.