Ayrancı, Aşağı Ayrancı da bir çay bahçesi vardı. Bahçesinde otururduk yazın daha gelmediği, soğukların içimize işlese de genç olduğumuzun kanıyla olduğumuz kışın içindeki baharlarda.
Neresinden bakarsan bak delilikten bile öteydi yaptıklarımız. Bir gözleme, bir sıcak çaya öldürülecek ne kadar saat varsa kakara kikiriyle orada öldürür, geriye vakit bırakmazdık. Konuşacak o kadar şeyi nereden bulurduk diye düşünüyorum hep. Bulsam orayı hemen talan edivereceğim, içindeki o kadar gülümsetebilen eğlenceli lafı bulmuşum altın bulmuş gibi olurum.
Çay bahçesinin o yırtık sesli müzik yayınından, hangi şarkıların aktığını düşündüm. Edith Piaf’ları orada dinlediğimi hatırladım. Orhan Gencebay’ları, Gönül Akkor’ları, Kamuran Akkor’ları. Ve gece yarılarına az kala eve dönüş öncesi çakır keyfliğin en güzel anlarıyla masadan kalkışlarımızı, kalkamayışlarımızı.
O çay bahçesini hatırladınız değil mi? Kışın çok sert olduğu günlerde içeride odalarına dağılmış masalarda oturulurdu. Yazın bahçesi elinde gitarıyla şarkı da söyleyecek arkadaşlarıyla dolu gençler gelirdi.