Adını Koymadan Büyüyen Hisler

Adını Koymadan Büyüyen Hisler

Öyle deli dolu başlamaz zaten. Yerde kartopunun yuvarlandığı gibi yavaş yavaş… Sen de biraz destek olursun, büyüsün diye. Büyür. Sonra, ne kadar lüzumsuz şey varsa yerde, havada, orada, burada; çerçöp misali toplar, büyür. “Dur!” derler, “Yapma, etme!” Kalbin, bedenin, yakında kim varsa, elin, ayağın… Büyüdükçe güç kazandıkça, kölesi olma zevkini tadarsın. Kölenin emrine girip adını koymadan, adını hiç anmadan… Başında tacın. Elinde zincir, boynuna geçirilmiş ucu sana bakan gözlere teslim olmuş edası… Başarılı cengâver kölen manzaralı efendin. Neyin eksikliği seni bu hâle koyan?

Bir başka yerden bakınca, daha önce tanımlanmamış o his… Hani, tanımlanmamış cisimlere nasıl tarif anlamsızlaşırsa, öyle. “Anlat!” dense, “Deseler…” Silah dayasalar… Ne bu? Neye benzer? Anlatılmaz. Anlatsan benzetsen bir şeylere, ucu dışarıda kalır. Sığmaz. Sığarsa, boş yeri, eksik yeri bir türlü dolmaz. “Adını koy! Şu gibi, bu gibi…” Yok yahu! “Burası öyle değil, daha çok buna benziyor.” Daha önce yenmemiş bir meyve tarifi gibi… Elma, armut, muz, biraz vişne, biraz ayva, salatalık, kivi… Eksik kalmasın. Kavun, karpuz türü bir tarif. Bakışlar ne anlattığına ne anlatıldığına çoktan kapalı. Seni nasıl halledeceğine odaklanmak üzere.

“Yok, öyle demek istemedim! Biraz da gayret etseniz, hayal filan bir şeyler katsanız, tam da işte…”

Yorum Bırak

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir