Kalkılmış bir sabah, battaniye altına sığınılmış bir televizyon karşısı koltukta, kediye özenilmiş, gözlerde en masum bakışlar. Bir kahvaltı dilenilmekte sessiz bakışlarla avuç açılmış, verilse, bakıyor, yalvarıyor, bakışlar n’olur, sessiz ses olsa miyaavvv, o kadar kedi yavruluğu.
Soğuk değil o kadar, şımarıklık, battaniye altında kıvrılmak kedi yavruluğu rolüne sığınılacak görüntü aranıldığını göstermek, düşünmeden bilinçsiz, bir mırmırlanacak sırtı sıvazlanacak yumuşak yer el arayışı.
Kahvaltı hazır, olmadı mırmır, tepside önüne şımarılacak üşüyormuş gibi ama, üşünülecek hava değil, olsun sokulunacak bakışlar var.
Buruna bir dokunuş, hani nokta sevimli.
Bir an kalakalış çırmıklasa mı? Olmaz.
Dokunma burnuma!
Kedi misali burun değerli, hem de çok. Çırmıklasa mıydı?
Burnuma dokunma!
Birden içlerde bir tuhaflık size de oldu mu? Bu film sahnesi gibi birden tikkat buruna dokunma çıkabilir. Her neyse ondan.
Bir battaniye altı kıvrılış, bir sabah, ılık, üşümek için titrediğinden, titreyen iç, bir burun buruna dokunan bir orta parmak ucu dokunan değen, zaman eskilerden.
Gözümün içine bakma, gözyaşları yanaklarda, şımarıklık çoktan kaçmış saklanmış, salya sümük ağlayışlar, gidişlerin bitişlerin yolculanmasından sonradiz çöküşlerden korkuşlar dik duruşlar çökülmüş yüreklerde, yalnızlıkla tenhalarda el tutuşlar gezilmiş yerlerde hayalet arayışları, ölmüş ilişkilerin ruhlarını çağırmak.
Şimdilerde o kadar kısa zamana o kadar büyük yaşanmışların nasıl sığdığını sorgulamak nasıl sığdı? Sığmaz zamanda yanılgı o da değil.