Bir mezar taşı sessizliği, mezar taşı bağırır, çağırır, bir parmak kıvrımı kapalı avuç işaret parmağı gel gel. Bir cinnetlik işi var, yeni laflardan.
– “Babam ana kuzusuymuş.”
İçinden gelmiş, bir Çerkez şarkısı hoyratlığında ortaya fırlamış bir laf. Yakıştı mı şimdi. İçinde ne kadar masum tez saklıyor olmalı. Ezilmiş, yok olmuş, sessizliğinin içinde bir korku bir yılmışlık belki çok yaralı çatışmalardan çıkılmış ana. Onun kuzusu. Babasının kuzu olduğunu söyleyen babasının kuzusu bir ses. Bölüşülmüş zamanlarda erken yok olmuşluğunda kuzular. Bir olmamışı yeniden biçimleyen yaşantılar, belli günlerde artık olmayan, hiç olmamışlara bile karışmış olması gibiymiş.
Aynı bardak dudak izleri paylaşması, bir alıp iki vermek bakışları alabildiğince tavşan üremesi çoğaltmak katlarcasına. Sevişmeler doyarcasına ağır solukları doldurmacasına içinde kelimeler yarım aksak sen anla tarzı bir hece bir çuval beklenen. Yokluğunda dikilmiş bir heykel, ziyaret çaput bağlamacasına hayallerde yok öyle bir şey. Kirpikleri, kaşları sakalları, bıyıkları donmuş bir surat bakışlar ateş yangın yeri. Kaytarmış derse girmemiş dudak ıslak bir köşede hadi beni sıkıştır bakışında az önce öpülmüş öyle kalmış göz kırpması.
Yokluğunda binlerce ağıt, tanımadan tutulmuş ağıtçı kelimeleriyle tutmayan ama acıtan içinden acı çıkan cinsinden.
Ne deseydi yani. Öyle kapıyı çalıp özledim geldim masallarda bile olmaz, hayali bile kurulmaz, çöker iskelesi daha ilk anda. Delikanlıya bir laf saçları aklaşmış olmalıydı ama saymayı unutmuş yılları öyle kalmış. Saçlarında ak kızıla boyanmış kızıl kestane olmalı bir ses babam diyor. Bir gözyaşı bir çoktan gidiş elvedası bu güne kalmış ağlamak öylesi yağmura özenip küçük ellerle yanakları silme.